✒Hastaların Sıkça Sorduğu “Ağrı Nedir?”✒

Hal böyle olunca hastalarımızı hastalıkları hakkında bilgilendirmeye çalışırken, söze bu sorunun cevabını vererek başlıyoruz. Diyoruz ki ağrı, vücudun her hangi bir yerinden kaynaklanan, gerçek ya da olası bir doku hasarı ile birlikte bulunabilen, geçmişteki deneyimlerimizle ilgili, hissedilen ve hoş olmayan bir duyudur. Aslında Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı’na ait olan bu tanım, hastalarımıza htiğimiz ağrıların altta yatan bozukluk kadar, duygu durumumuz ve deneyimlerimizle de ilişkili olduğunu ve ağrının her zaman kişiye öznel bir belirti olduğunu anlatması açısından önemli. Bu söylemle, kendi ağrısını, benzer rahatsızlıkları olduğunu bildiği diğer kişilerle kıyaslamaması gerektiğini, zira ağrı algısının kişiden kişiye büyük farklılıklar taşıdığını da hastamıza anlatmış oluyoruz” dedi. Bazı durumlarda hastaların yaşadığı ağrıların psikolojik olduğu belirten Çalışır, “Tanımlamamda yer alan önemli öğelerden bir tanesi, olası bir doku hasarının bulunup bulunmamasıydı. Birçok kronik ağrıda, örneğin migrende ya da trigeminal nevralji dediğimiz oldukça şiddetli bir tür yüz ağrısında, belirgin objektif bir bulgu ya da altta yatan tetikleyici bir neden elde edemeyebiliriz. Ancak bu durum hastanın yakınmasının psikolojik kökenli olduğu anlamına gelmez. Bugün elimizde olan, klinik pratikte hali hazırda kullandığımız yardımcı tanı yöntemleri ile bir çok ağrıda objektif bir bulgu elde edilemeyebilir. Bu tip ağrıları hemen psikolojik kökenli ağrılar olarak tanımlamak doğru değildir. Örneğin deney hayvanları üzerinde yapılan laboratuvar çalışmaları ve yine PET-CT dediğimiz bir görüntüleme yöntemleri ile insanlar üzerinde yapılan klinik çalışmalar sayesinde migren ataklarının beyinde gerçekleşen ciddi birtakım kimyasal değişimler sonucu oluştuğunu biliyoruz. Bu nedenle, çoğunlukla, psikolojik durumumuzdaki bozulmalar bir tetikleyici ya da ağrı algısını artıran bir faktör olarak rol oynarlar, ancak htiğimiz ağrı, beynimizin belli bölgelerinde meydana gelen birtakım organik değişiklikler nedeniyle algılanan gerçek bir duyudur, bir yanılsama değildir” ifadelerini kullandı. En sık karşılaşılan ağrı çeşidinin baş ağrısı olduğu belirten Uz.Dr. Tuğba Çalışır, “Baş ağrısı insanoğlunun htiği ağrılı durumlardan en yaygın olanıdır. Birincil, yani kendisi başlı başına izole bir nörolojik bozukluk olabileceği gibi, başka hastalıklara eşlik edebilen bir bulgu da olabilir. Migren, gerilim tipi baş ağrısı ya da benzeri bir birincil baş ağrısı atağıyla hayatı boyunca tanışmamış insan çok azdır. Yalnızca ağrı algılayıcı reseptörlerin doğuştan var olmadığı nadir bir grup insanın ‘ben baş ağrısı nedir bilmem’ dediğine şahit oluruz. Ülkemizde nöroloji polikliniklerine başvuran hastaların üçte ikisinin baş ağrısı olduğunu ve üçte birinin ise polikliniğe sadece baş ağrısı şikayeti için geldiğini biliyoruz. Poliklinikte gördüğümüz hastaların yaklaşık dörtte birinde şiddetli ve yaşamı ciddi ölçüde kısıtlayan migren hastalığının olduğu da gösterilmiştir. Ayrıca acil servislere de baş ağrısı nedeniyle sıkça başvurmaktadır. Baş ağrısı nedeniyle yapılan acil servis başvuruları, bütün acil servis başvurularının yaklaşık yüzde 4’ünü oluşturmaktadır” şeklinde konuştu. Baş ağrılarının da kendi içinde çeşitleri olduğunu belirten Uz. Dr.Tuğba Çalışır, “Baş ağrılarını genel bir yaklaşımla sınıflarsak, altta yatan bir nedenin tanımlanamadığı birincil baş ağrıları ve altta yatan bir nedenin olduğu ikincil ya da organik baş ağrıları örneğin; sinüzit ya da beyin kanamalarına bağlı baş ağrıları olarak ikiye ayırabiliriz. Resmi anlamda kullandığımız, Uluslararası Baş ağrısı Topluluğu’nun ilk kez 1988 yılında yayımladığı, ardından 2004 ve 2013 yıllarında üzerinde kapsamlı bir revizyon yaptığı Uluslararası baş ağrısı bozuklukları sınıflamasında ise üç ana bölümde incelenmiştir. İlk bölümde birincil baş ağrıları, ikincisinde ikincil baş ağrıları ve üçüncüsünde ise kraniyal nevraljiler, santral ve primer yüz ağrısı ve diğer baş ağrılarının irdelendiği bu doküman, bu üç başlığın altındaki 14 alt başlığın altında onlarca kod ile baş ağrılarını sınıflamıştır. Bunların halkımız tarafından, hatta nöroloji hekimleri dışındaki sağlık çalışanları tarafından bilinmesinin pek mümkünü ve gereği olduğu söylenemez. Ancak biz, tüm hekimler olarak, toplumda sık görülen birincil baş ağrıları ana başlığının kapsadığı 4 alt başlığı, yani; migreni, gerilim tipi baş ağrısını, trigeminal otonomik baş ağrılarını ve diğer birincil baş ağrılarını bilmek ve özellikle ikincil başarılarından ayırt etme yetisine haiz olmak durumundayız. Migren, zaman zaman, ataklar şeklinde ortaya çıkan, nörolojik veya mide-bağırsak sistemi ile ilgili bulguların da ağrıya eşlik ettiği birincil bir baş ağrısı bozukluğudur. Hastalarımızda orta veya şiddetli seviyede, egzersiz ya da baş hareketleri ile artan, zonklayıcı karakterde ve genellikle tek taraflı baş ağrısı olur. Ataklar esnasında ışık veya ses hastalarımızı rahatsız eder. Bulantı ve kusma eşlik edebilir. Ağrı erişkinlerde 8 ile 72 saat, çocuklarda ise 4 ile 72 saat arasında sonlanır. Ağrıları tetikleyen pek çok faktör tanımlanmıştır. En sık karşılaştıklarımız; açlık, uykusuzluk ya da fazla uyumak, üzüntü-sıkıntı ve birtakım yiyeceklerdir. Kahve, fıstık, kola, alabalık, mayalı yiyecekler ve içkiler atağı tetikleyebilir. Ayrıca, bayanlarda adet dönemi ile ilişkili ataklar da sıkça gözlenmektedir. Gerilim tipi baş ağrısı ise 30 dakikadan 7 güne kadar sürebilen, ağrıların devamlı hal almasıyla da kronikleşebilen bir baş ağrısı tipidir. Migrenden sonra toplumda en sık görülen ikinci baş ağrısı bozukluğudur. İki taraflı, baskılayıcı ve sıkıştırıcı özellikte olan ağrılar hafif ve orta şiddettedir. Dolayısıyla hekime başvuru oranı düşüktür. Yürüme gibi fiziksel aktivitelerden etkilenmemektedir. Hastalarda iştahsızlık olabilir, ancak bulantı ve kusmanın olmaz. Işık ya da sesten birinden rahatsızlık eşlik edebilir. Bu baş ağrısı türünün bizim açımızdan unutulup göz ardı edilmemesi gereken önemli bir yönü de, altta yatan bir depresyon veya benzeri bir psikolojik rahatsızlığın da hastalarda sıkça var olmasıdır. Genelde, orta yaşlı bireylerde görülen, duygusal ya da fiziksel anlamda yoğun ve yorucu günler geçirilen dönemlerde, iş çıkışları ya da akşamları belirginleşen, boyun ile başın birleştiği arka kısımdan başlayıp tüm başa yayılabilen hafif bir baş ağrısıdır” ifadelerini kullandı. Baş ağrısının altında ciddi bir hastalığın olup olmadığını anlamak için uzman görüşü alınması gerektiğini belirten Çalışır , “Aslında, bu ayırımı hastalarımızın kendi başına yapması çok doğru değil. Ancak özellikle kronik baş ağrısı yaşayan bireylerin sayısının ne kadar yüksek olduğunu ve bunca insanımızın her ağrı atağında hekime gitmesinin çok da mümkün olmadığını düşünürsek, en azından hangi durumlarda mutlaka hekime başvurmalıyız sorusunu yanıtlamak durumundayım sanırım. Bizim “baş ağrısı alarm belirtileri” adını verdiğimiz bir takım belirtiler var ki, bu belirtilerin varlığında mutlaka bir Nöroloji hekimine başvurmalıyız. Hayatımızda ilk kez baş ağrısı yaşıyorsak, baş ağrımız ani bir şekilde, birdenbire geliştiyse, travma sonrası ya da öksürük, efor, cinsel aktivite ile belirdiyse, sabah veya uykudan uyandıran bir ağrı varsa, hiç yer değiştirmeyen bir baş ağrısı varsa ya da ağrımıza başka nörolojik yakınmalar eşlik ediyorsa (ateş, ense sertliği, görme kaybı, nöbet, kuvvet kaybı, şaşkınlık, uyku hali gibi) mutlaka bir hekime başvurmalıyız. Öteden beri baş ağrıları olan hastalarımızın ise; hayatı boyu duydukları baş ağrılarından çok daha şiddetli bir baş ağrısı atağı ile karşı karşıya iseler, daha önceki ağrılardan farklı özelliklere haiz yeni başlayan bir baş ağrısı türü yaşıyorlarsa, alışık oldukları baş ağrısı ataklarının sıklığı veya şiddeti giderek artıyorsa, kullandıkları tedaviye yanıt vermeyen baş ağrıları oluştuysa, aura dediğimiz ağrı öncülü bulgular alışılmadık şekildeyse, uzun sürüyor veya sebat ediyorsa, bir nöroloji uzmanı tarafından yeniden değerlendirilmeleri şart olur” dedi. Baş ağrılarında özellikle ilaç kullanım dozunun dikkatli olarak ayarlanması gerektiğini belirten Çalışır, “Aslında her hastalıkta olduğu gibi, hekim kanaati olmadan baş ağrımız ile ilgili bir tanıya varmamız ve tedavi başlamamız son derece yanlış. Ama asıl büyük yanlış ağrı kesicileri bir tedavi yöntemi olarak görmemiz. Ağrı kesiciler, o an için bizim ağrımızı azaltan, yalnızca baş ağrımızı geçiştiren ama asla altta yatan hastalığı tedavi edemeyen bir ilaç grubudur. Hekimler olarak bizler ağrı kesicileri yalnızca düşük sıklıkla görülen atakların tedavisinde, hastanın birincil bir baş ağrısı olduğundan emin olduğumuz ve hastamızda bu ilaçlara karşı hassasiyet, mide, karaciğer ve böbrek problemleri olmadığını bildiğimiz durumlarda kullanırız. Ağrı kesicilerin sık kullanımının özellikle migren hastalarında atak sıklıklarını arttırdığını ve ağrı atak sürelerini uzattığını biliriz ve hastalarımızı bu konuda uyarırız. Ayrıca, hastalarımızın bir kısmı, uzun süreli ağrı kesici kullanımı sonrasında ‘aşırı ilaç kullanımına bağlı baş ağrısı’ adını verdiğimiz ve tedavisi oldukça güç olan yeni bir baş ağrısı türüyle de maalesef yüzleşmek durumunda kalmaktadırlar. Hastalarımıza tedaviye katılım anlamında düşen en önemli sorumluluk, baş ağrılarını nelerin tetiklediğinin farkına varıp, bu faktörlerden uzak kalacak bir yaşam tarzı değişikliğine gitmeleridir. İlaç tedavilerini hekimlerin önerileri ile kullanmaya başlamalılar, değişim veya bırakma süreçlerini de yine hekimlerim önerileri ile yönetmeliler”