Pek muhterem, sevgili günlüğüm. Öncelikle senden çok özür diliyorum. Eskiden rahat rahat yazdığım, gözyaşımın sayfalarına dokunduğu zamanın önemini meğerse hiç bilememişim. Şu an iki bin yirmi yılındayız. Sana maalesef bugün kağıt ve kalem ile eşlik edemiyorum. Nedenlerini de anlatamıyorum. Çünkü günümüzde düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanması baya hakim. İnanabiliyor musun? Bu yeniçağda kağıt ve kalem çok tehlikeli. ‘’İnanmasan da problem değil.‘’ demek isterdim ama inanmamak da sıkıntı. Hele düşünmek çok büyük bir suç. O yüzden içimden diyorum ki: “Aman ha, sakın sen de düşüncelerini sesli bir şekilde dile getirme!’’ Bunun için suçlanabilir hatta yargılanabilirsin bile. Şimdi sana bunları aklım almıyor diyerek bir ironi de yapmak isterdim, fakat aklımın almasına da izin vermiyorlar.
Zaten ben de artık Dostoyevski gibi yapıyorum. Yeraltı dünyasından mütevellit bir yer kurdum kendime. Karışan eden yok, ah ne âlâ! Aklımın bir odasının köşesinde kimse görmeden, duymadan, kafa kağıdıma yazıyorum. Hem böyle daha masrafsız oluyor, ekonomik sıkıntılar var kağıda baya zam geldi.
Biliyor musun? Her gün, akşam saatleri tam gün batımında yüzlerce göçmen kuş geçiyor buradan. Günlük telaşemi dahi o saate kadar bitiriyorum. Kahve mi içeceğim ya da pikapımdan bir Zeki Müren şarkısı mı çalacağım? “Bir dakika zamanı var.” diyorum. O sırada tam da olması gerektiği gibi oluyor. Gökyüzü Ege kırmızısı, hafif bir Ege serinliği, sokakta gezen güzel Ege kadınları, mahallede koşan Ege çocukları, umutla süzülen Ege kuşları falan filan. Neredeyse saate baksam Ege’yi körfez geçiyor adetâ. Her şey tam istediğim gibi oluyor ve özgürlük saatine yaklaşıyorum. Sen yine de sesli bir şekilde özgürlük de deme başımız ağrımasın sonra. Kafadan düşünmeye devam et. Gerçi bu da sıkıntı yaratabilir ya. Aramızda sır olarak kalırsa daha iyi olur.
Neyse kuşlar diyordum değil mi? Kuşlar, işte çok canımı sıkıyor. “Hür olmak ancak bu kadar güzel olabilirdi!’’ diyorum kendi kendime. Laf aramızda galiba ben kuşları çok kıskanıyorum… Düşünsene! Tüm gökyüzünde uçuşlar serbest! İstediğin yere istediğin zaman gidebiliyorsun. Vize derdi yok. Arada bir göç oluyor. O da problem değil zaten biz yerleşik hayata alışkın değiliz. Bir bavula kaç hayat sığdırmışlığımız var iyi bilirsin.
Kuşlar tam akşam vakti geçiyor demiştim ya işte o süre yaklaşık üç-beş dakika sürüyor. Sanki o anlar bana saatler gibi geliyor. ‘’Aman,’’ diyorum. “Saat Efendi lütfen acele etme, yavaşla hele biraz. Memleketimin nazlı misafirleri geçiyor. İki hayal kurdurmuyorsun sen de insana…” O dakika içinde gün batımı geldi mi her şey sona eriyor işte. Perdeleri çekiyorum. Plak son şarkısını bitiriyor. Güneş aydınlık yüzünü çeviriyor. Yine karanlığın içine hapsoluyorum. Nefesim kesiliyor. Koca dünya sırtıma tam dikilmiş bir ceket oluyor sanki.
Şimdi sana soruyorum. Benim burada bir suçum var mı? Yürek işçisi, Ahmed Arif, ne de güzel demiş değil mi;
“Bir de kuşlar var hakim bey! Her şeyin başı onlar.! Onlar özgürlüğü koyuyor insanın kafasına…” diye. Evet sevgili günlüğüm, her şeyin başı kuşlar! Onlar koyuyor insanın kafasına şu “Özgürlüğü…”